28 Ocak 2013 Pazartesi

Çocuğa Karşı Ebeveynin Vazifeleri

Çocuğa Karşı Ebeveynin Vazifeleri

1) Terbiye Vasatı Hazırlama

Çocuklarımızın mükemmel yetiştirilebilmesi için vasatın da mükemmel olması şarttır. Evet, her çocuk ortama göre şekillenir ve bir mânâda o, ortamın çocuğu sayılır. Unsurların başında yuva gelir. Sâniyen mektep, sâlisen arkadaş ve dost çevresi, râbian ders mütalâa arkadaşlığı gelir. Hayat-ı içtimaiyede, terzi dükkanı, marangoz atölyesi, ütücü dükkanı, elbise temizleme merkezi ve diğer iş alanlarını da zikredebiliriz.

Siz çocuğun gezip-tozacağı bu vasatı, iyi belirleyememiş, onun insiyaklarını bu istikamette geliştirememiş iseniz, çocuğunuzun bir gün mutlaka herhangi bir virüs kapması kaçınılmazdır. Evet bu çocuk, vasat bozuk olduğu takdirde bir gün kat'iyen bozulacaktır. Onun için vasatı, hânenizden başlamak suretiyle, yolun her menzilinde ve hayatın her ünitesinde çocuğunuzun mükemmel yetişmesine müsait hâle getirmelisiniz; çünkü, olan olduktan sonra zamanı geriye işletip durumu düzeltmemiz mümkün değildir.

2) Haram Lokma Yedirmeme

Çocuğun, anne karnındaki teşekkülünün ilk döneminden başlayarak onun helâl ve meşrû rızıkla beslenmesi de fevkalâde önemlidir. Kat'iyen bilmeliyiz ki, çocuğun gelişme sürecinde, Allah'a bağlama mecburiyetinde olduğumuz herhangi bir hadisedeki kopukluk, negatif bir 'olgu' olarak -muvakkaten dahi olsa- çocuğa da aksettiği çok görülen vak'alardandır.

Damarlarınızdaki bir parça haram ya da şu veya bu şekilde elde ettiğiniz şüpheli bir nesne -aynı şeyler hanımınız için de söz konusudur- o çocuğun muvakkat veya müebbet kayma sebeplerinden biri olabilir.

3) Kem Nazarlara Karşı Koruma

Çocuk dünyaya geldikten sonra, gıdasına, bakımına, görümüne dikkat ettiğimiz gibi, onun kem ve hâin nazarlardan korunması da çok önemlidir.

Meselâ, duyguları kirli, düşünceleri kirli, tavırları kirli, sözleri kirli, mücrim ve günahkâr gözlerin ifraz ettiği şerârelerle, o çocuğun ince bir kısım duygularının dumura uğrayabileceği mutlaka hesaba katılmalıdır.

Bütün bu hususlar, Allah'la (cc), dinle, aranızdaki münasebetlerin ifadesi olarak, çocuğumuza karşı yapmamız gereken vazifeler cümlesindendir. Bu vazifeleri titizlikle yerine getirirsek, melekler gibi bir toplum hâline gelebiliriz.

4) Aile Ortamını Düzenleme

Hadis-i şerifte; 'Çocuğun ilk söyleyeceği söz 'Lâ ilâhe illallah' olmalıdır.'[1] buyuruluyor.

Çocuk daha iki-üç yaşındayken ağzından çıkan ilk sözün tabiî olanı 'anne-baba', irâdîsi de 'Allah (cc)'[2] olmalıdır. Çünkü Allah (cc) Evvel'dir, Allah (cc) Ezelî'dir, Allah (cc) Ebedî'dir. Sonra bu esaslı atkı üzerine diğer şeyler bina edilecek, yaşına ve idrak ufkuna göre vatan, toprak, bayrak, hürriyet, istiklâl vb. terimler de bunun etrafında örgülenecektir. Şayet, çocuk ilköğretimde okuyorsa ona göre malumat verilecek.. lisede okuyor, felsefe ve sosyal bilimler, içtimâî bilimlerle iştigal ediyorsa, o seviyenin malzeme ve materyaliyle takviye edilecek... Bir evde, Allah'a (cc) karşı saygı var ise ve sıkça Allah'tan (cc) bahsediliyorsa, çocuğa diyeceği şeyi dedirtme konusunda hedefe kilitlenmiş sayılırız. Evet bir evde, Allah (cc) denilip rükua ve secdeye gidiliyor, Allah (cc) denildiğinde ayakların bağı çözülüyorsa çocuğun ilk kelimesinin 'Allah (cc)' olması da kolaylaşacaktır. Çünkü böyle bir evde her şey yörüngesinde sayılır.

5) Muhabbetin Dozunu Ayarlama

Cenâb-ı Hak, bir çocuk ihsan edince, -Kur'ân'ın bir âyetinde de ifade edildiği gibi- bütün kalbimizle ve sınırsız bir muhabbetle ona yönelerek -hâşâ ve kellâ- Allah'ı (cc) sevme ölçüsünde bir alâka ifratına da girmemeliyiz.

Allah (cc), nazarında bu, bir nevi şirk sayılabilir. Evet, doğrudan doğruya evlât sevgisine inhimak edip Allah'ı (cc) unutmanın büyük bir yanlış olduğu şüphesizdir. Ayrıca, bir yönüyle çocuğa karşı sizi böyle hesapsız hareketlere sevk edecek derecede bir sevgi de zararlıdır. İşte Allah (cc) nezdinde memnû' olan sevgi de bu olsa gerek. Allah'a (cc) karşı göstereceğiniz muhabbeti, herhangi bir fâniye tevcih ettiğinizde o sevgi bazen gayretullaha dokunabilir.

Evet şu hususlardan ötürü sevgide i'tidal çok önemlidir:

1. Gönüllerin sultanı Allah (cc)'tır. Gönülde O'nun muhabbetinin yerini hiçbir muhabbet almamalıdır.

2. Kat'iyen bilmeliyiz ki, bu yavru, Allah'ın (cc) bize bir emanetidir. Bizim o yavruya duyduğumuz sevgi ve alâka, o emanetin bakım ve görümü için verilmiş bir avans ve bir teşvik primidir. Evet, sizin o yavruya karşı sevginiz, sadece Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın (cc) bir hediyesidir ve Allah'ın (cc) size tevdi ettiği o emanete kusursuz bakmanız için verilmiştir.

6) Güzel Örnek Olma

Yetiştirme durumunda olduğumuz çocuklarımıza karşı duygularımız, düşüncelerimiz, sözlerimiz, kalbî hayatımız, davranışlarımız hep örnek olma hedefine bağlanmalıdır. Evet onların mükemmel şekilde yetişmesini istiyorsak, bu hususa fevkalâde dikkat etmek zorundayız. Meselâ, onların namaz kılmalarını arzu ediyorsak, namazı gözlerinin önünde kemâl-i ihtimam ile eda etmeli, Allah'a karşı edebin sınırları konusunda tavrımızı ortaya koymalıyız. Hep doğru söylemeli ve yalandan uzak olmalıyız. Onların uygunsuz söz söylemelerini arzu etmiyorsak, o evin içinde, uygunsuz hiçbir söz söylenmemeli ve onların hafıza lûgatlarına uygunsuz kelimeler kat'iyen yazılmamalıdır. Aziz olmalarını, namuslu yaşamalarını, ırzımız kadar başkalarının ırzına, namusuna karşı hassas olmalarını düşünüyorsak, aynı vaziyetin o evin içinde yaşanmasını sağlamalı ve bu işin ilk kahramanları biz olmalıyız.

Kur'ân-ı Kerim okumalarını, Kur'ân'ın hakikatlerine aşina olmalarını istiyorsak, o evin içinde sabah akşam, hem de onların duyacağı şekilde Kur'ân müzakere etmeli, Kur'ân'ın o muallâ mevkiine ihtiram göstermeliyiz ki, onları çelişkiye itmeyelim.

Binaenaleyh söz, duygu, kalbî heyecanlar ve davranışlar evde en müessir eğitim esaslarıdırlar ve mutlaka değerlendirilmelidirler. Yoksa meseleyi sadece, başkasına havale ederek 'şuna bir şeyler anlatın' demeye bağlarsanız çocuğa hiçbir şey anlatamazsınız.

7) Çocuklara Kadirşinaslık Hissi ve Allah Sevgisi Kazandırma

Bilindiği üzere çocuk, ilköğretim devresine, bazen onu da aşacak daha ileri bir seviyeye kadar ibadet ü taatle mükellef değildir. Binaenaleyh, o, bu dönemde namazında, orucunda ve sair dinî vecibelerinde yaptığı kusurlardan ötürü tedip edilmez; edilmemeli ve hele asla itap görmemelidir.

Ancak, şu da bilinmelidir ki, henüz mükellef olmadığı bu devrede, ona anlattığımız şeylerin hiçbirisi, ömür boyu onun hatırından, kafasından, kalbinden çıkmayacaktır. Onlara karşı kadirşinaslığımız da bu ölçüde pekiştirilmesi gereken bir husustur. Evet, çocuklarımızın kadirşinas olmalarına dikkat etmemiz çok önemlidir. Onlar, kendilerine gelen ihsanları bilmeli, nimet karşısında Allah'a (cc) da, insanlara da mutlaka teşekkür etmelidirler. Kadirşinaslık hissi, sonraları daha da derinleşerek Allah'ın (cc) nimetleri karşısında onu, hep hamd ü sena eden biri ve insanlardan gördüğü iyilikler karşısında da müteşekkir biri hâline getirecektir. Evet, çocuklarımızda iyilik etme ve iyilik bilme duygularını geliştirerek onları birer sarraf gibi cevâhir kadrini bilir hâle getirip Mabud-u Mutlak'ı bütün cemâlî ve celâlî tecellileriyle kafalarına yerleştirme mecburiyetindeyiz. Nihayet o, yer yer Allah (cc) büyüktür dediği gibi, insanların ihsanları karşısında da kadirşinas davranacaktır. Hatta zamanla kadirşinaslık, onun karakteri hâline gelecektir ve böylece her nimet karşısında içinden gelerek 'teşekkür ederim' diyebilecektir.

Bu konuyla alâkalı diğer bir husus da, çocuğumuza, nimetleriyle bizi perverde eden Allah (cc) şefkatinin, Rahmâniyetinin ve Rahîmiyetinin anlatılmasıdır. Allah'ın (cc) bizi nasıl beslediğini, baktığını, büyüttüğünü, bize nasıl sevgi verdiğini anlatacak ve 'O (cc) çok şefkatlidir, bizi korur, bütün belâlardan muhafaza, himaye ve vikaye eder.' diyerek çocuklarda O'na karşı güven, itimat ve sevgi hissini coşturmalıyız. Hatta en küçük yavruların, dahası haşaratın, Allah'ın şefkatiyle, re'fetiyle, rahmetiyle beslendiğini uygun bir dille ona anlatarak Rabbiyle münasebetini sağlama bağlamalıyız.

Böylece, o çocuğun zihninde, bütünüyle kâinat Rahmân ve Râhim isimlerini tilavet eden bir varlık hâlinde tecessüm etmeye başlayacaktır ki, o evin içindeki bütün nimetlerin bir sahibi olduğu duyulup hissedilecek, o nimetlere karşı onların o inkişaf etme sürecindeki vicdanları şükür hissiyle dolup taşacak ve o hâne âdeta bir şükür tezgahı gibi işleyecektir.

Ancak, bütün hu hususlarda ona, yaşına göre hitap edilmelidir, meselâ:

"O vermezse nar ağacı nar vermez.
O sahip olmasa hayvanların memelerinden süt akmaz.
O'nun rahmeti olmasa gökten bir damla yağmur düşmez.
O merhamet etmezse yerde bir ot bitmez,
O istemezse biz konuşamayız,
O gördürmezse biz göremeyiz,
O duyurmazsa biz duyamayız,
O çalıştırmazsa ağzımız ıslanmaz,
Midemiz çalışmaz, böbrekler iş görmez..
Evet bütün bunların sahibi O'dur evlâdım..
Biz yapmadık bunları, her şey O'ndandır
Ve O'nun gözetimindedir.
Öyleyse evlâdım, bu nimetleri bize veren,
Bunları böyle hazırlayan
Allah'a (cc) karşı içimiz sevgiyle dolup taşarsa,
O da bunları artıracaktır.
Ama eğer nankörlük edersek,
O da nimetlerini ya kesecek,
Ya da onlardan istifade etme imkânını
Elimizden alacaktır."

diyecek, sürekli rehabilitasyonda bulunacağız.

Evet, bütün bunları hem davranışlarımızla, hem sözlerimizle, hem bakışlarımızla, hem de bütün heyecanlarımızla, bir hatip gibi ona duyurmaya çalışacağız.

8) Lisân-ı Hâl ile Anlatma

Terbiye ve talim adına yapılan işlerin en tesirlisi davranışlarla ifade edilenidir. Evde hayatı uygunca tanzim etmenin, çocuklara bir fikir verme bakımından önemi münakaşa edilmeyecek kadar büyüktür.

Bir teheccüd namazını -mümkünse- onun uyanık olduğu saate rast getirme, sadece Mevlâ-yı Müteal'in sizi gördüğü o karanlıkta, tıpkı Rasûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) gibi 'tekallübât' sizi sarıp da kıvrım kıvrım kıvranırken, çocuğunuzun mütecessis nazarlarının şuuraltı sermaye açısından ne ilhamlara erdiğini kestiremezsiniz. O, 'Niçin o inkisar, neden o ağlama, neden o kalb burkuntusu?' diyecek; şayet bunları sesli düşünecek olursa, siz de ona Allah'ın huzuruna çıkıp da nimetlerinden mahrum kalacağınız, azabına dûçâr olacağınız endişesini taşıdığınızı anlatacaksınız. Hem sevgi ve ümit dolu bakışlarınızla hem de endişeli hâlinizle Allah'a karşı saygınızı onun ruhuna duyuracak ve hep onun gözetiminde olduğunuzu vurgulayacaksınız. Kendinize tanzim ettiğiniz bu hayat şeklini ve şayet var ise iç derinliklerinizi ona hissettirmeye çalışacaksınız. Aksine henüz ruhunuzda yer etmemiş ya da size ait olmayan şeyleri anlatmaya uğraştığınız zaman, ona emniyet telkin edemeyecek ve müessir olamayacaksınız.

Hz. Âişe'ya (ra), 'Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ahlâkı neydi?' diye sorulduğunda; 'Siz Kur'ân okumuyor musunuz? O'nun ahlâkı Kur'ân'dı.'[3] buyurmuşlardır.

Bu hadis açısından Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) durumunu biz şöyle anlıyoruz: Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hayat tarzı, bir yaşayışı vardı ki, Kur'ân da işte bu kâmil insanın yaşayışını bize anlatmaktadır.

Evet, Rasûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Kur'ân'ı bize intikal ettirirken, yaşayıp hayat hâline getirdiği Kur'ân'ı bize intikal ettiriyordu. Ortada, hayatlaşan bir Kur'ân ve okunan bir hayat vardı. Onun için de, O'nun kavlen-fiilen anlattıkları tertemiz vicdanlarda, gönüllerde makes buluyor, herkes kabul ediyor, hüsnükabul gösteriyor ve onları yaşamaya çalışıyordu.

Bu itibarla bizim davranışlarımız başka, sözlerimiz de başka olmamalıdır. Aslında buna, amelî münafıklık denir. İç-dış farklılığı çocuğu riyakârlık, mürâilik ve dual bir anlayışa iter, Kur'ân'ın ifadesiyle, onu bir orada-bir burada 'müzebzeb'[4] hâle getirir.

Siz, çocuğa Allah'ın nimetlerini anlattıkça, o da Allah'a (cc) karşı sizinle beraber şükran hissiyle, hamd hissiyle dolacak ve; 'O sizin anlattığınız bizi yaratan, insan yapan ve sayısız nimetleriyle nimetlendiren, sıhhat lütfeden, anne-baba veren, her gün değişik nimet sofralarını gönderen; havayı, suyu, toprağı, ağaçları yaratan, yaratıp emrimize veren Allah'a (cc) binlerce hamdolsun.' diyecektir.

Hele bir de yer yer bunları telkin eder, evdeki konuşmaları, muhavereleri bu yörüngede götürürseniz her şey bir başka güzelliğe ulaşır. Çocuğa karşı çok şefkatli olmanın ayrı bir yeri vardır terbiyede. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), yanında hususi hizmetini gören kimselere o kadar şefkatli davranırdı ki, ona nisbeten anne ve babanın alâkası sönük kalırdı.

Enes b. Malik (ra) naklediyor: 'Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve sellem) on sene hizmet ettim; yapmadığım bir şeyden ötürü 'niçin yapmadın?', yaptığım bir işten ötürü de 'neden yaptın?' dediğini hatırlamıyorum. Bana hiç itapta bulunmadı.'[5] Evet o ağyara bile böyle şefkatli davranıyor ve anne-baba üstü muamelede bulunuyordu. Kendi torunlarına, evlâtlarına ise o kadar refik, o kadar şefik, o kadar ince kalbliydi ki, ancak yine O bu kadar aşkın olabilirdi.

9) Şefkat

Çocuk, sopadan, tehditten, azaptan değil, eğer bir şeyden korkacaksa, ebeveyninin şefkatini kaybedeceğinden korkmalıdır. Babasının yüzünü ekşitmesi, annesinin sımsıcak yüzünün buğulandığını müşahede etmesi veya sezmesi onu dengeye getirecek en büyük bir müeyyide gibi algılanabiliyorsa, yeter ve artar zannediyorum. Ancak çocuğun size güvenmesi, acılarını, elemlerini paylaştığınıza inanması çok ehemmiyetlidir. Öyle ise, o ağladığı zaman yapabiliyorsanız oturup içten ağlayınız, hiç olmazsa üzüntüsünü paylaşınız. Ölüp giden bazı insanlar için semanın size ağladığı, arşın titrediği gibi çocuklar müteessir oldukları zaman siz de teessür izhar edip, onların üzüntülerini paylaşınız. Böylece onların nazarında daha bir ulvîleşirsiniz ve söylediğiniz, anlattığınız sözler onlarda tesir icra eder ve onların gönüllerine öyle bir girersiniz ki, artık hiçbir güç oradan sizi söküp atamaz. Daha sonra söyleyeceğiniz her söz de onların, gönüllerinde hep makes bulur.

Evet eğer, onların melek-misal yetişmelerini düşünüyor ve sizi gelecekte en mükemmel şekilde temsil etmelerini bekliyorsanız böyle yüksek bir mefkûre ancak bu yollarla gerçekleştirilebilir.

10) Otorite

Evin içinde, otorite boşluğunun yaşanmaması da çok hayâtîdir. Hânede ahengi sağlayacak bir otorite olmazsa, yuva idârî keşmekeşlikten, çocuklar da ikilemden kurtulamazlar.

Allah (cc), Kur'ân-ı Kerim'de: 'Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine farklı kılması sebebiyle, bir de mallarından harcama yaptıkları için, erkekler kadınların koruyup kollayıcısıdırlar. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de nâmuslarını) muhafaza ederler. Baş kaldırıp hep serkeşlik yapmalarından endişe ettiğinizde, onlara uzun uzun öğüt verin; (gerekirse bir taktik olarak) onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla da yola gelmezlerse, incitmeden) okşayınız. Eğer yola gelirlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.' (Nisâ, 4/34) buyurulmaktadır.

Erkek, evin içinde, belli hususlar itibarıyla düzenin ve genel ahengin sorumlusudur. Hatta denilebilir ki o, pek çok konuda birinci derecede mes'uldür. Aslında, çocukların da böyle bir sorumlu insana ihtiyaçları vardır. Evin içerisinde sorumluluk bilincini açıkça gören çocuk, hayatı itibarıyla dağınıklık ve sorumsuzluğa düşmeyecektir. Aksine bir evde iki sorumsuzun bulunması ve iki yerden ayrı ayrı emirlerin gelmesi, çocuğun efkârını allak bullak edecektir.

Ayrıca, çocuk ebeveynin birinden korktuğu zaman diğerine sığınabilmeli ve bu sığınacağı yer de anne kucağı olmalıdır. Böyle bir paylaşımda çocuk babada mehâfet ve mehâbeti ya da şefkat ve merhameti, annede de aksini bulacak, yerinde ürperecek, yerinde ümitlenecek; ama kat'iyen yalnızlık hissetmeyecektir. Aksine evde aile hayatı, böyle bir birliğe bağlanamamışsa çelişkiler sürüp gidecek ve kadının kendine göre bir baş, erkeğin de kendine göre bir baş olduğu böyle bir yuvada çocuklar hissiz, duygusuz, haşin ve yörüngesiz yetişeceklerdir.

Kanaatimiz odur ki, ideal nesiller için her şeyden evvel ideal bir yuvaya ihtiyaç vardır. Evet her şeyden evvel yuva, Allah'a bağlanmalıdır. Ebeveyn veya onlardan biri Allah'ın halifesi olarak bu işi ele alınca, O'na bağlılık sayesinde aile fertleri o kadar aziz, onurlu ve meselelere hakim olacaklardır ki, dahası olamaz ve böyle bir yuvada problem de söz konusu değildir.

[1] Abdürrezzak, Musannef, 4/334.
[2] Bkz. Heysemi, Mecmeuz-Zevaid, 8/159.
[3] Müslim, Müsafirin, 139; İbni Mâce, Ahkam, 14; Müsned, 6/91.
[4] Bkz. Nisa, 4/143. Müzebzeb: Yerinde sabit durmayıp, devamlı yer değiştiren.
[5] Buhari, Edeb, 39; Müslim, Fedâil, 13; Tirmizi, Birr, 69.

Kadının Vazifesi

Kadının VazifesiAllah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), "Allah (cc), kadınların ve çocukların haklarının ihmalinden ötürü gazaplandığı kadar hiçbir şeyden gazaplanmamıştır; yani gayret-i İlâhi'ye en çok dokunan, kadınlarla çocukların durumudur." buyurmaktadır. Kadın vazifesini yapmadığı, kendi vazifesinin dışında değişik fantezilere daldığı, çocukların ihmal edilip gençlerin baştan çıkarıldığı; şehvet metâı hâline geldiği zaman gayretullahın harekete geçmesinden endişe duyulmalıdır.

Evet, kendi iradeleriyle kendilerini günahlara salmış, perişan, derbeder ve behîmî hislerinin zebûnu bir nesil, Allah'ın (cc) gazabına maruz bir nesildir. Öyleyse her aile reisine düşen ilk vazife, evvelâ seçeceği hayat arkadaşını "müslimât, müminât, kânitât, sâdikât, sâbirât, hâşiât, mütesaddıkât, sâimât, hâfizât, zâkirât"tan ve "sâlihât"tan seçmek olmalıdır. İşte böyle mazbut bir muallime, mürebbiye, hayatta kendisiyle her şeyi dertleşebileceği, paylaşabileceği bir cins-i sâni dünyevî uhrevî mutluluğun en önemli esasıdır.. evet insanın, dünyevî uhrevî duygularını şerh ettiği zaman bu duygularını anlayabilecek kafa ve kalbe sahip bir eşinin olması çok önemlidir. Dolayısıyla, o evde neş'et edecek çocuklar, o muallime ve mürebbiyenin nezareti altında yetişmiş olacaklardır.

Vehen İlleti

Vehen İlleti

Rasûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) sahih bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: "İleride, ehl-i kitap ve diğer milletler, tıpkı aç kimsenin sofranın başına koştuğu gibi sizin üzerinize üşüşeceklerdir; üşüşüp ağzınızdaki lokmaları almak isteyeceklerdir." Yani cüzdanınızı elinizden almak, kazandığınız şeylerin üzerine oturmak için, tıpkı bir sofraya üşüşür gibi başınıza üşüşeceklerdir. Sahabi sorar: "O gün bizim azlığımızdan mı böyle olacak ya Rasûlallah!?" Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), "Hayır; bilakis siz o gün fevkalâde çok olacaksınız; ama Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı olan mehabeti çıkaracak; (yani hasımlarınız nazarında saygısız hâle gelecek, emniyet telkin edemeyecek ve ağırlığınızı hissettiremeyeceksiniz. Aynı zamanda Allah sizin kalbinize 'vehn' koyacak." buyurur.

Sahabi yine sorar: "Vehn nedir ya Rasûlallah?"

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem); "Vehn, (gelip-geçici yanları itibarıyla) dünya sevgisi, dünyayı birinci plânda ele alma ve ölümden ürkmektir."[1] buyururlar.

Evet bir toplum, dünyayı, nefislerine bakan yanlarıyla maksudun bizzat olarak ele alır, kalbiyle, ruhuyla ona yönelir; Allah'ın rızasını da bir tarafa bırakırsa, yani dünya ve onun içindekilerini Allah'a tercih ederse o "Lâ ilâhe illallah" dese de, kalbî ve rûhî istikametinin var olduğu söylenemez. Burada Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), "Allah (cc) kalbinize 'vehn' koyacak, siz de o zaman hasımlarınız karşısında yenileceksiniz." derken, bir başka hadis-i şerifte de, kalblerdeki mehabetin alınması adına 'Emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l münker'in yapılmaması; kitap, haşir-neşir akidesinin anlatılmaması gibi önemli bir ihmale dikkatleri çeker.

Öyleyse, gayet imanlı, olabildiğine maddî-mânevî açıdan güçlü, dağları delecek kadar iradeli, dünyayı nefsine bakan yönüyle istihkâr edecek kadar basiretli, vehne gönlünde yer vermeyecek ölçüde Rabbâni ve düşmanları karşısında tepeden tırnağa mehâbet, şebâbet dolu bir neslin yetiştirilmesi bizim için en büyük gaye olmalıdır.

[1] Ebu Davud, Melâhim, 5; Müsned, 2/359; 5/278.

Terbiyede Hassasiyet

Terbiyede Hassasiyet

Kuracağınız ya da kurduğunuz bir yuva, Allah'ı (cc) ve Rasûlü'nü (sallallahu aleyhi ve sellem) hoşnut edecek çerçevede ise istikbal vadedici sayılır. Diğer bir ifade ile yetiştireceğiniz nesiller, Rasûlü Ekrem'e (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmet olma yolunda ise, onların önü açık siz de mutlu sayılırsınız; aksine yetişen nesiller sokaklara emanet ve dinin-diyanetin karşısında; hatta caminin, cemaatin, mâbedin düşmanı ise, onlar tâlihsiz, siz de sorumlu sayılırsınız.

Bu evvelâ çocuklara, sonra da topluma karşı bir haksızlıktır. Hiç kimsenin böyle bir haksızlığı irtikap etmeye hakkı yoktur. İslâm'a düşman yetişecek, haram yiyip haram içecek, gayr-i meşrû davranışlarıyla genel kuralları çiğneyecek nesillerin hesabını bize sorarlar. Kendi mânâ köklerine bağlı mefkûre sahibi, derin, ufuklu, merhametli ve insana saygılı nesiller yetiştirmek bizim başta gelen vazifelerimizdendir. Bu önemli vazife, yuvanın şuurlu kuruluşuyla başlayıp, sonra da bir ömür boyu, akıl, mantık ve muhakemeye bağlı sürdürülmesi şeklinde hulâsa edilebilir.

Bu itibarla aile, din ruhuna dayalı, akıl ve şuur eksenli bir müessese olarak ele alınmalı ve Allah'ın hoşnutluğu esas alınarak devam ettirilmelidir. Rasûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetinin çokluğuyla iftihar edeceği tembihinde bulunur. Bu açıdan, O'nu tanımayan bir nesil, ne kadar da çok olsa Allah (cc) nezdinde, Allah (cc) nazarında bir kıymeti olmadığı gibi, Rasûlü Ekrem'e (sallallahu aleyhi ve sellem) göre de herhangi bir kıymeti haiz değildir.

Onun için bizler bir taraftan meyelan-ı şerrin kökünü, Allah'a teveccüh, istiğfar ve nedâmetle kesecek; diğer taraftan da dua, ibadet ve hayırlı işlerle meyelan-ı hayra kuvvet verebilecek hamlelerle, soluk soluğa sürekli Allah'a teveccüh edecek, fiilî, kalbî ve kavlî lâzım gelen her şeyi yaparak, aktif bekleyişimizi devam ettireceğiz.

Kur'ân-ı Kerim'de, "De ki: Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir; pis ve kötünün çokluğu (başdöndürücü ve) hayretengiz olsa da (bu böyledir). Öyleyse ey akıl sahipleri! Allah'tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz." (Mâide, 5/100) buyurulmaktadır.

Evet bazen, kötülerin ve kötülüğün çokluğu dikkatinizi çekip sizi hayrete sevk edebilir; ama bilmelisiniz ki, Allah nazarında habisle tayyib hiçbir zaman müsâvi olmamıştır. Öyleyse siz her zaman, neşrettikleri mânevî rayihalarıyla, size cenneti tedai ettirebilecek bir neslin yetişmesine ehemmiyet vermeli ve "tayyib"i takip etmeli, "tayyib"e baba, muallim ve mürebbi olmaya çalışmalısınız.

6 Ocak 2013 Pazar

Anne-Baba Sorumluluğu

Anne-Baba Sorumluluğu

Herkes kendi sorumluluk alanının mes'ulüdür ve elinin altındakilerden sorumludur. Bakıp görme, görüp gözetme mevzuunda bütün başarılar onun hasenat hanesine, bütün olumsuzluklar da seyyiat hanesine yazılacaktır.

Nebiler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem) Buhârî ve Müslim'de yer alan bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: "Her birerleriniz râî ve hepiniz elinizin altındakinden sorumlusunuz: Devlet reisi bir râî ve elinin altındakilerden sorumludur. Her fert, ehl ü ıyâlinin râîsidir ve raiyetinden mes'uldür. Kadın beyinin hânesinin râîsi ve gözetiminde olan şeylerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının râîsi ve elinin altındakilerden mes'uldür. Her birerleriniz râî ve her birerleriniz râiyetinden sorumludur."[1]

Mevzu, çocukların birer emanet kabul edilmesiyle alâkalı olunca şu hadisin de konumuzla irtibatlı olduğu söylenebilir: 'Her doğan İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ebeveyni onu Hıristiyanlaştırır, Yahudileştirir veya Mecusileştirir.'[2]

Evet her doğan çocuk, her şey olmaya müsait temiz bir fıtratla doğar, doğar ve kabiliyetlerini inkişaf ettirmek üzere size teslim edilir; yani onları terbiye etme işi size bırakılır. Sonra o çocuklar anne-babasına tabi olarak ya Yahudi, ya Nasrani ya da Mecusi olurlar. Tabiî burada şu hususu ilâve etmek de mümkündür: Kimisi de anne-babaya veya içinde bulunduğu ortama göre mürted ve dinsiz olur. Öyleyse neslin yetişmesi hususunda, anne-babanın din ve diyaneti çok mühim olduğu gibi, terbiye mevzuunda da din ve diyanetin esas alınması o kadar önemlidir.

Şu bir gerçek ki, her şey olmaya müsait ve müstait dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızı, kendi ruh ve mânâ köklerimize göre şekillendirmezsek ayrı bir kalıbın insanı olarak yetişmeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla da hiç farkına varmadan mürted babası olabilirsiniz. Öyle ise mevsiminde onlara mutlaka kendi ruhumuzun özünü, usâresini aşılayarak onların yabancılaşmalarını önlemeliyiz. Bağ ve bahçenizdeki ağaçlara aşı yapıyor, ilmin ve tekniğin gereklerine göre varlığa müdahale hakkımızı kullanarak daha iyi semere almaya çalışıyoruz. Odundan, taştan, ağaçtan, topraktan daha aşağı olmayan çocuklarımıza bu kadar olsun, kendi esaslarımız çerçevesinde ihtimam göstermemiz gerekmez mi? Onlar, alâkasızlığın bodurlaştırması ve bozma gayretlerinin azgınlaştırması gibi iki dezavantaja karşılık, ebeveynin vereceği iyi şeyler gibi tek avantaja sahip bulunuyorlar. Evet, olumlu müdahale olmazsa kokuşurlar, başkalarının elinde de fesada uğrarlar. Her iki hâlde de bize rağmen bir çizgi takip ederler. Hususiyle günümüzde anne-baba bütünüyle dünya işlerine daldıklarından evlâtlarını tamamen ihmal etmişlerdir. Hatta bu asır ölçüsünde çocukların ihmal edildiği ikinci bir asır göstermek mümkün değildir.

Yine İmamiye menşeli bir hadiste,[3] Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle ferman ediyor: "Ahir zamanda babalarından ötürü evlâtların vay hâline!" Bu söz üzerine sahabe şaşkınlık içinde sorar:

- Müşrik babalardan ötürü mü onlara kıyıldı da heder oldular?
- Hayır mümin babaları onlara kıydı.
- Nasıl oldu ya Rasûlallah?
- Babaları onlara ferâiz-i dini, yani dinin temel rükünlerini öğretmediler.

Bu hadis-i şerifi biraz tasarrufla şöyle açabiliriz:

Şu küçük dünya hayatı adına ferâiz-i din terk edildi. Sorumlular, din eğitim ve öğretimini bütün bütün ihmal edip sadece maddî hayatı nazara verip himmetlerini o noktada yoğunlaştırdılar. Küçük bir dünya menfaati uğrunda kalbî ve rûhî hayatlarını ihmal ettiler.

Kur'ân okutmak, onun ruhunu öğretmek, din ve diyaneti talim etmek vaktini alır diye, dinî bilgileri öğretmeyi önemsemediler.

Yukarıdaki hadisin mânâsı şu âyetle de tam bir uyum arz etmektedir.

"Yoo yoo siz ücreti ve lezzeti peşin olanı çok seviyor, ahiret (veya neticeyi) umursamıyor (görmezlikten geliyor)sunuz." (Kıyâme, 75/20)

Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) sözlerini şöyle devam ettiriyor: "Ben onlardan berîyim, onlar da benden berî olsunlar."

Yani, "Evlâdını ihmal eden, çocuğunun heder olup gitmesine göz yuman, dahası bir neslin mahvolması karşısında titremeyen anne-babalardan ben uzağım; onlar da benden uzak olsunlar." Ruhen ölmemiş bütün babalar zannediyorum bu sert uyarı ve tembih karşısında ürperir ve tir tir titrerler; titremelidirler de. Böyle önemli ve hayâtî bir sorumluluk kendisine anlatıldığında Halife Ömer bin Abdülaziz bayılıyor ve yirmi dört saat kendine gelemiyordu. Hatta vefat edecek diye oturup başında Kur'ân okuyorlardı. Kendine geldiğinde de hıçkırarak Allah'tan korktuğunu söylüyordu. Evet o, elinin altında bulunanların mes'uliyetini omuzlarında hissediyor ve hukuklarına tecavüz ettim endişesiyle sarsılıyordu.

Ya biz? Şu şahsî zevklerini esas alarak kurduğu yuvada vücutlarına sebebiyet verdiği yavruların ruh ve kalblerini ihmal eden anne-baba şeklindeki merhametsizler... Acaba, ne kadar ayılıp-bayılmalı ve ne kadar titremeliyiz!?

Gerçi bu mevzudaki bütün hadisler, tergib ve terhib nevinden olup; sevdiren ve ürküten prensipler türünden irâd buyurulmuştur. Biz de konuya bu açıdan yaklaşıyoruz. Ama bu mevzuda tabiî ki yapacağımız bir kısım şeyler de var; çocuklarımızı yetiştirme, şekillendirme konusunda İslâm'ın ve Kur'ân'ın bize yüklediği sorumluluklar var. Daha önce prensipler halinde sıraladığımız ve ileride açmayı düşündüğümüz hususlar ki, çocuklarımızın hisli, derin, ahlâklı ve dindar olmaları ve bizim de o hânede, aziz bir peder, azize bir valide olarak duyulup hissedilmemiz, kabul edilip saygı görmemiz; hatta her hâlimizle bir bilge gibi algılanmamız gibi sorumluluklarımız, oldukça önem arz etmektedir.

1) Çocuklar Arasında Adaleti Muhafaza Etme

Bu konuların başında da çocuklarımızdan birini diğerine tercih etmeme prensibi gelir. Evet, bu konudaki küçük bir kusur, bizi, çocuklarımız üzerinde tesirsiz hâle getirmeye yeter. Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konudaki şu irşatları ne manidardır:

Numan ibn Beşir'in (ra) babası yani Hz. Beşir -baba da, evlât da Müslümandı ve Ashab-ı Bedir'dendi- geldi ve dedi ki:

- Ya Rasûlallah, başka çocuklarım da var; ama, Numan başka. Müsaade ederseniz servetimin şu kadarını Numan'a vermek istiyorum.

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem);

-- Diğer çocuklarınıza da o kadar verdiniz mi, diye sordu. Beşir,

- Hayır, dedi.

Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bu defa, umuma tevcih-i kelâm ederek şöyle buyurdular:

- Allah'tan korkun ve evlâtlarınıza karşı âdilane muamelede bulunun.

Sonra da Beşir'e dönerek:

- Sen, çocuklarının hepsinin sana aynı derecede hürmet etmelerini ister misin?

Beşir de:

- Evet isterim, deyince,

- O hâlde, böyle yapma.[4]

Yani sen de sadece bir evlâdını değil hepsini gözet. Sen onlardan birine teveccüh ve ihtimam göstersen, ona hediye verip atiyyede bulunsan bu defa diğerlerinin sana karşı birr (iyilik) duygusu azalır ve itimadı sarsılır.

Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), meseleye esaslı bir çözüm teklif ediyor ve muhtemel bir problemi temelden hallediyor. Evet, aynı hânedeki çocuklardan birinin diğerlerine tercihi, evvelâ diğer çocuklarda tercih edilen kardeşlerine karşı kıskançlık hissini uyarır ve kardeşleri birbirine karşı düşman hâline getirir. Bu meseleleri, psikolojinin dar prensiplerine dayanarak izah etmeye çalıştığımızı düşünmeyiniz. Biz burada, Kur'ân-ı Kerim'in ruhlarımıza duyurmak istediği gerçeklerin evrenselliği, insan tabiatına uygunluğu, makuliyeti, mantıkiyeti ve insaniliği üzerinde duruyoruz.

Bilindiği üzere Yusuf (as) rüyasında yıldızların, ayın ve güneşin kendisine secde ettiğini görmüştü. Bu sevinilecek ve iftihar edilebilecek durumu babasına açtığında, babası, "Evlâdım, bunu kardeşlerine anlatma!" (Yusuf, 12/5) demişti. Nübüvvet derinliğiyle insan tabiatını bilen bu büyük insan, böyle bir meselenin kardeşlerinde kıskançlık hissini uyaracağını hissetmiş ve böyle bir rüyayı anlatmanın, henüz tezkiye-yi nefse erememiş kimselerde kıskançlığa sebebiyet vereceğini düşünmüştü. Maalesef neticede endişe ettiği şeyler gerçekleşmiş, kardeşleri Yusuf (aleyhisselâm)'ı ölmek üzere bir kuyuya atmış ve bu olayla peygamber hânesinde bile çekememezliğin insanı ne hâle getireceğini ortaya koymuşlardı.

Evet, çocuklardan birini diğerlerine sevgi vb.. hususlarda tercih etme, kardeşlerde kıskançlık hissi uyaracağı ve hiç de farkına varılamayacağı şekilde baba ve annenin farklı muamelelerinden ötürü, şuuraltı bir nefret duygusu uyaracağı açıktır.

Bu mülâhazaları, sevgilerimizin-nefretlerimizin, dostluklarımızın-düşmanlıklarımızın sebep, saik ve şuuraltı kaynaklarıyla düşündüğümüzde daha iyi anlarız: Çok samimî ve sıkı fıkı olduğunuz bir arkadaşınız vardır. Ama, her nasılsa bir defasında size îsar hissi izhar edememiş ve bir noktada hodkâmlığıyla hiç de beklemediğiniz bir davranış sergilemiştir. Siz, isteyerek veya istemeyerek bunu hafızanızın bir tarafına yerleştirirsiniz. Hemen her hadise, insan dimağında bir iz bırakır geçer, sonra başka hadise ile hortlayıverir. İşte siz şuuraltınızda sessiz sessiz uyuyan o sevimsiz duyguları çağrıştıracak ve ateşleyecek bir hadise karşısında birdenbire hırçınlaşır ve şöyle dersiniz: 'Zaten ben sizin böyle olduğunuzu önceden anlamıştım.'

Şimdi bir de bu türden menfî olayların üst üste yığıldığını, birkaçının birden hortladığını düşününüz. Uzun bir maziden gelen bütün bu bulantıların hemen hepsini birden o insanın yüzüne vurur, sonra da nefsinizi müdafaa etmeye durursunuz. İşte çocuğun dimağına veya hafızasına ya da şuuraltına yerleşen düşünceleri depreştirecek, sizin çocuklar arasındaki herhangi bir olumsuz tavrınız, o çocuğu size karşı hırçınlaştıracak sonra da onun sizleri bütün bütün dinlememesini netice verecektir.

Aslında bu, konunun sadece bir yönünü teşkil etmektedir. Meseleyi çocuğun bütün hayatını içine alacak şekilde ele alacak olursak iş daha da karmaşıklaşır. Hele bir de siz her şeyi onun çocukluğuna verir de duygularının ileride nasıl bir hâl alacağını hesaba katmazsanız, bir gün hiç farkına varmadan kendi yanlışlarınızın altında ezilir gidersiniz. Çocuğun evde şahit olduğu hilâf-ı vâki davranışlar, sözler, mütenâkız hareketler -ki siz çocuğun bunları çoğu zaman anlamadığını düşünürsünüz- oysaki bunlar bir deftere kaydediliyor gibi onun hafızasının bir tarafına silinmeyecek şekilde kaydedilir. Zamanı geldiğinde de onlar bütünüyle birden ortaya çıkar. Bu bazen öyle bir çıkış olur ki aileyi, anne ve babayı da önüne katarak sürükler.

Binaenaleyh anne-baba olmak isteyen herkes, belli bir seviyede psikoloji, pedagoji ya da en azından Kur'ân'ın bu mevzudaki mücmel prensiplerini bilmeli ve ondan sonra yeni bir hayata 'bismillah' demelidirler.

Evlât, çocuk yetiştirme basit bir mesele değildir. Ben arıcılığa merak ettiğim bir devrede, gittim arıcılık kursu gördüm. Arılarla uğraşmanın bile ne kadar zor olduğunu müşahede ettim. Bunun gibi insan, mutlaka iyi nesiller yetiştirmenin yolunu öğrenmeli topluma iyi elemanlar kazandırmalıdır. A'lâ-yı illiyyînden esfel-i safilîne kadar gel-gitler yaşayan potansiyel büyük bir varlığın terbiye edilip insanlığa yükseltilmesinin ne denli önemli olduğunu hiç kimse unutmamalıdır.

2) Çocukları Ciddiye Alma

Rasûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) çocuklar üzerinde çok ciddî dururdu. Çocuklar kendisini istikbal edince, o da bir büyük insan gibi onlara iltifatta bulunur; kimisini sırtına, kimisini kucağına alır ve müsavi muameleleriyle hemen hepsini hoşnut edecek bir tavır sergilerdi.

Bazen bir sokaktan geçerken, çocuklar oyun oynuyorsa, Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) onları büyük insan yerine koyar, onore eder ve onlara "Es-selâmu aleyküm" derdi; onlar da '"Ve aleyküm selâm ya Resulallah"[5]mukabelesinde bulunurlardı. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) çocuklara oldukça fazla değer verirdi. Şayet bir çocuğa, "Sana filan zaman şunu vereceğim." diye söz vermişse, bir büyük insanla ahitleşmiş, sözleşmiş gibi, vadettiği vakitte mutlaka sözünü yerine getirirdi.

3) İtimat Duygusu Kazandırma

İnsanlık adına utandırıcı düşüncelerden biri de, 'Babana dahi itimat etmeyeceksin.' felsefesidir ve yanlıştır. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), hep 'itimat etmek' fikrini telkin eder ve çevresindeki çocuklar onunla alâkalı âdeta 'itimat' dışında hiçbir şey bilmezlerdi. O, herkesin, nazarında 'Emin' bir insandı; çocukların nazarında da... Elbette böyle fertlerin teşkil edeceği millet de emin olacaktı.

Ayrıca Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem): "Allah, çocuğuna merhamet etmeyene merhamet etmez."[6] buyurur ve ümmetini kalb ve gönül insanı olmaya çağırırdı; 'Onları seviniz, onlara söz verdiğiniz zaman behemehal yerine getiriniz; onlar sizin sözlerinizle davranışlarınız arasında zıtlık görmesinler; çocuk böyle bir şeye şahit olmasın.' mealine bağlı tavsiyeleriyle, terbiyede en ideal noktalara işaret buyururdu.

Yine İmamiye menşe'li bir hadis-i şeriflerinde Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem): 'Sizden biriniz çocuğuna bir şey vadederse behemehal onu yerine getirsin.' buyurur ki; bu, 'Çocuktur, yalan söylesem, aldatsam da bir şey olmaz' demenin ne kadar yanlış olduğunu tasrihtir.

Evet, her aldatma ve hilâf-ı vâki her beyan, birer tohum hâlinde onun kafasında, bugün olmasa da yarın birer zakkum ağacı gibi zuhur edecek ve sizin terbiye gayretlerinizi tesirsiz hâle getirecektir. Anne-baba her zaman müstakîm olmalıdır. Zaten sırat-ı müstakîm erbabı olan sizlerin her davranışından sadece doğruluğun dökülmesi de bir esastır.

Evet çocuklarınızın sizin hakkınızda 'yalan söyledi', 'ahdinden döndü', 'dünya malına tamah etti' vb. şeyler söylemesine veya düşünmesine kat'iyen meydan vermemelisiniz. Onlar sizi her zaman îsar (başkalarını kendine tercih) hasleti içinde, mutasaddık, mümin, müslim, sâbir, hâşî, iffetli görmeli ve tanımalıdırlar.

4) Terbiyede Tedricilik

Çocuk; bilmesi lazım gelen şeyleri bilmeli, bilmemesi gereken hususları da öğrenmemelidir. Kalbî, rûhî hayatı itibarıyla bilmesi gereken dinî, millî şeyleri bilmeli ve yaşına-başına göre faydalı bilgilerle meşbû bulunmalıdır. Bu konuyu ileriki bölümlerde daha etraflıca ele almayı düşünüyoruz.

Tıpkı dünyaya gelen çocuğun beslenmesinde, çocuk doktorlarına müracaat edip 'Şu haftanın, şu ayın gıdası nedir?' diye konuyu bir rejime bağladığımız gibi bu mevzuda da ehil kimselere müracaat ederek, 'Beş yaşında çocuğum var ne yapayım?'; 'On yaşında çocuğum var ne yapayım?'; 'On beş yaşında çocuğum var ne yapayım?' hâl arziyle uzmanların düşüncesi alınmalı ve her mevzu onların mütalâalarına bağlanmalıdır.

Evet her anne-baba ehline, mütehassısına giderek, reçete alıp çocuğunu o reçete ve kurallarla yetiştirmeye çalışmalıdır. Çocuğunuz lise seviyesine gelmişse, delilsiz, mesnetsiz 'Allah (cc) vardır.' demeniz, bazen Allah'ı (cc) inkâr etmesinden başka bir şeye yaramayabilir. Belki o noktada biraz da felsefe ile memzuç ilimle dinî bilgiler müşterek verilmelidir ki, tesir icra etsin. Ama, çocuğunuz daha ilk mektepte iken felsefe dersi vermeye kalkarsanız, onun kafasını bütün bütün bulandırmış olursunuz. Öyleyse bir hekim gibi çocuğun seviyesini, devrini, kültür muhitini bilerek ona göre bir şeyler verme mecburiyetindesiniz.

[1] Buhari, Cuma, 11; Cenaiz, 32; İstikraz, 20, Vasâyâ, 9; Itk, 17,19; Nikah, 81,90; Ahkam, 1; Müslim, İmâre, 20.
[2] Buhari, Cenâiz, 80; Tefsiru Sûre (30) 1; Kader, 3; Müslim, Kader, 22, 23, 24.
[3] Zeynü'l-Abidin'e atfedilen hadisler hususiyle Kütüb-ü Sitte'de bulunmadığından her defasında böyle bir açıklamada bulunmayı tenkitçilere karşı fayda mülâhaza etmekteyiz.
[4] Buhari, Hibe, 12-13; Nesâi, Nuhl, 1; Tirmizi, Ahkam, 30; İbni Mâce, Hibe, 1; Tayalisi, 1/280.
[5] Ebu Davud, Edeb 135, 136; İbni Mâce, Edeb 14; İbnu Ebi Şeybe, 5/61.
[6] Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, 8/155.